BENGÜL EDEBİYAT / SANAT
  mustafa aslan'ın öykü ile ilgili yazıları
 

 YIKIM
 
 

Yıkım Yılmaz Uçar'ın yoksulları sıradan insanları küreselleşmenin nasıl yok ettiğini sokağa ittiğini anlatan on beş öykü ve güncelerinin bulunduğu bir yapıt.

Uçar küreselleşme karşıtı bir yazar. Bu konuda söyleyeceklerini öykülerinde söylediği kadar günlüklerinde de dile getirmiş. Dünya halklarıyla dayanışma içinde olmamızı önermektedir, bu kuşatmayı yarabilmemiz için. Çünkü Amerika'nın haritasını değiştirmeyi düşündüğü yirmi dört ülke arasında Türkiye de bulunmaktadır. Irak'ın işgali bölgemizdeki insanları nelerin beklediğini ayan beyan görmekteyiz.

 

"Amerikan, İngiliz savaş uçaklarına barış uçurtmaları, güvercinleri uçurmalıyız adiliğine şerefsizliğine, insanlık düşmanlığına inat. Dünya halklarıyla barış yürüyüşleri düzenlemeliyiz. Avrupa, Asya, Afrika, Amerika, Avustralya'nın kentlerinde… ABD, eski sosyalist ülkeleri savaş arabasına koşarak Japon askerlerini paralandırarak Irak halklarını vicdansızca işgal etmiştir. Emperyalizmin şerefsizliğidir bu. Sermayede onur ne arar?!." (s.96)

 

Yazarın belirttiği gibi para tek değer olmuştur. Öyleyse para kazanmak için ne gerekiyorsa onu yapmalı. Yapıta adını veren Yıkım adlı öyküde merkezi yerde kalan eski evleri yıkıp daha çok para kazanmayı düşünenler, bu insanların ne yapacağını düşünmeden çıkarıp atmayı düşünmektedirler evlerinden. Onlara yeni evler vermekteler ama… Evlerini kurtarmak için mücadele eden insanlar öykünün merkezini oluşturmaktadır Yıkım'da.

Yılmaz Uçar'ın öykülerinde küreselleşmenin insanımız üzerindeki etkilerini görebiliyoruz. İşsizlik, en başta gelen sorunlardandır. Yıllarca çalıştığınız, ekmeğinizi kazandığınız, hizmet ettiğiniz işyerinde bir gün kapı dışına koyuluyorsunuz. Yakından bildiği banka çalışanlarının durumunu yazar birçok öyküsünde dile getirmiştir.

Ülkedeki ekonomik istikrarı emekçiler aleyhine bozulduğunu görüyoruz, onun öykülerinde. Kimileyin Sıcak Yemek öyküsünde olduğu gibi, kocasını yitirmiş, oğlu tutuklu torunlarına bakmak zorunda olan Hatice Nine'nin bir kap yemek için kuyrukta beklenmeyerek yemek almasını, kimileyin ödeyemediği banka kredisi yüzünden işyerini, mağazasını kaybedip apartmanların arasındaki boş bir arsada kulübe yapıp bir lokma ekmek kazanmak için uğraşanları verir, Ayakkabı Tamircisi adlı öyküsünde Rauf Ağabey de bunlardan birisidir.

 

İnsanımızın ekmeğe gereksinimi olduğu kadar sevgiye de gereksinimi olduğu gerçeğini hemen her öyküsünde altını çizerek söylüyor Uçar. Onun öykülerindeki insani sıcaklık diyebileceğimiz türdeki bir yaklaşım dayanışma duygusunu güçlendirmektedir okuyucuda. Zaten öykülerinde rahatlıkla görebileceğimiz insanlar arasında bir dayanışma vardır.

Sıcak Yemek adlı öyküsünde sevgiye olan gereksinimi şöyle dile getirir; "Sahanda sucuklu yumurta ile besliyordu onları. Yapılan bir iyilik, çok mutlu kılıyordu. Muhtaçtılar sevgiye…" (s.39)

 

Yılmaz Uçar, Cumhuriyet Bayramı adlı öyküsünde belirttiği gibi ülkemize biçilen rolü yerine iyice getirmesi için ılımlı İslam ülkesine dönüşmemiz gerekmektedir. Bunun için apartmanlarda bile kaçak Kur'an kursları açılmaktadır, bugünün küçüğü yarının büyüğü olan çocuklar için. Yılmaz bu öyküsünde insanlarımızın Cumhuriyet'e sahip çıktıkları iletisinden hareketle bu tür uygulamaların ülkemizde zor tutacağı iletisini vermiştir, bu yönde kimi çalışmalar, gelişmeler olsa da.

 

Yurtsever yazarların da durumu sıradan insanlardan pek farklı değildir. Onlar da küreselleşme tehdidiyle karşı karşıyadırlar. Çünkü onların yanında olmayan herkes suçludur. Düzeltmen öyküsünde dile getirdiği yazar yukarıda anlattıklarımıza güzel bir örnektir. Bu öyküde yazdıklarından dolayı yüzlerce yıl hapis cezası alan, epeyce kaçak yaşayan bir yazarı okurla tanıştırmaktadır, Yılmaz Uçar.

 

Yılmaz Uçar, Yıkım adlı öykü kitabında insanımızın ekmeğe ve sevgiye olan gereksinimini sıcak, anlaşılır bir dille anlatıyor.

 

 

 

*Yılmaz Uçar, Yıkım (öykü) Sone Yayınları, 2008-İstanbul

 

 

 Hakan İşcen’den Yaratıcı Yazarlık Kursu
  18 Mart 2008

 

“Öykü ölüyor mu, öykü gelecekte yazınsal bir tür olarak var olabilecek mi?” gibi sorulara birbiri ardına çıkan öykü kitapları gereken yanıtı veriyor, bence. Kısacası öykümüz gelişiyor ve yeni yazar arkadaşlarımız kalıt aldıkları öykü bayrağını yazın dünyamızın gönderine çekiyorlar. Hakan İşcen’in Yaratıcı Yazarlık Kursu adlı öykü kitabı, yukarıdaki sorulara gereken yanıtı verenlerden birisi.

 

ÖYKÜLERİN İZİNİ SÜRMEK

“Her şeyin kursunu olduğunu duyduk da yazarlığın kursu da olur mu?” diye soranın olacağını pek sanmıyorum. Yalnız, kitabın üzerinde “öykü” yazısını ilk bakışta göremeyenler, yapıtı yaratıcı yazarlık konusunda yazılmış bir yapıt olarak düşünebilirler.

Yaratıcı yazarlık kurslarının duyurularıyla zaman zaman karşılaşıyoruz. Yaratıcı Yazarlık Kursu, imzasıyla bir çok dergide karşılaştığımız Hakan İşcen’in, ilk öykü kitabı. Yazar, yapıtta yirmi bir öyküsünü toplamış. Kitaba adını veren öykünün birinci bölümü ilk öykü, öykünün ikinci bölümü ise en sonda yer almış. Kitaba adını veren öykünün birinci bölümünde “Yaratıcı Yazarlık Kursu”nun kahramanımızın kaydoluşu, öykü yazma...  ‘Yaratıcı Yazarlık Kursu II’de ise öykülerinin yazılış serüvenlerini anlatıyor. Öykülerin bu kursta verilen ödevler sonucu yazıldığı belirtiliyor.

 Yazmak ve özgürleşmek konusuna dikkat çekiyor.

“Yazarken kendimi bir martı kadar özgür, bir çocuk kadar özgür ve haklı kılmak!” (s.206)

 

ÇOCUKLUK

“Çocukluk”la,  Yaratıcı Yazarlık Kursu’nun hemen her öyküsünde karşılaşabiliyoruz.

“Çocukken arkadaşlarıma anlattığım hikayelerin gerçekliği üzerine yaptığımız tartışmalar aklıma gelince, dudaklarıma teğet geçen gülümsemelere engel olamıyorum. Acaba tüm bu hikayeler zihnime nereden geliyordu.?...  (s.202) (..)Çocukluğumda kaybettiğim, ama kalbimin derinliklerinde hep eksikliğini hissettiğim o bağ yolu… Düşlerimin unutulmaz patikası! “ (s. 203)

Birkaç öykünün ortak kahramanı çocukluğunda arkadaşlarına öyküler anlatmaktadır.

“Çocukken arkadaşlarıma anlattığım hikayelerin gerçekliği üzerine yaptığımız tartışmalar aklıma gelince, dudaklarıma teğet geçen gülümsemelere engel olamıyorum. Acaba tüm bu hikayeler zihnime nereden geliyordu?...” (s.202)

 

ÇÖPTEKİ BOMBA, SAPIK VE KAPKAÇÇILIK

Hakan İşcen geriye dönüşler yaparak toplumuzun geçirdiği aşamaları göstermektedir:Mübadele, eski Cumhuriyet Bayramı kutlamaları, sağ sol tartışmaları, Karaoğlan….

12 Eylül askeri darbesinden sonra uygulanmaya başlanan 24 Ocak Kararları sonucunda toplumun yapısında değişiklikler oluştu. Elbette teknolojik gelişmeleri de çok dışarıda tutmak yanlış olur. İşsiz ve aç kalan insanlarımızı usulünce öykülerinin içine sindirmiş, İşcen.

‘Balon’ adlı öyküde Doğu Anadolu’dan getirilerek kapkaççılık yaptırılan bir çocuk anlatılmaktadır. Çocuğun içindeki sesi, annesi ve çete başı Çekiç arasındaki gidip gelmeleri… İçindeki sesini yükselttiğinde Çekiç adlı çete başı tarafından cezalandırılması.

‘Dava’adlı öyküde ise insanımızın korkulu rüyası durumundaki patlayan bombalar… Çöpe zaman ayarlı çöp bırakacak biri anlatılıyor.

 

ŞİİR

Yaratıcı Yazarlık Kursu’nun genelinde bir şiir havası egemen. Bunun  için şiir yüklü öyküler diyebiliriz. Hatta kimi öykülerde öyle paragraflar var ki, sanki uzun bir şiirin içinden kopup gelmiş bölümlerden birisi gibi. Hatta öykülerden birinin adı, ‘Son Şiir’. ‘Sarı Haplar’ öyküsünün sonu ise kısa bir şiirle bitmektedir. Ben de Hakan  İşcen’in bu yapıtındaki tümcelerden kimilerini alt alta getirerek bir şiir oluşturdum. Sanırım, kitabın neden şiir yüklü olduğu daha iyi anlaşılır.

Geçmişi eşelemek

Sözcük izini sürerek

Düşlerin düşük yapması

Uzatmalı suskunluk

Eriyen bir aşkın kanı çekilmişti

Her aşk kendine güzeldir

Kimsenin haberi olmaksızın

                        kendi içinde kanayarak

Raylarımız bir makasta ayrılarak

Yaşarken yaşamıyordum ki, olduğumda öleyim?

Hepimiz birbirimizin ölümünden soumluyuz.

 

Yamak eylemini esaretten kurtulmak, özgürleşmek olarak gören Hakan İşcen’in Yaratıcı Yazarlık Kursu adlı kitabındaki öyküleri okura, “Dimdik ayaktayız. Yazınsal bir tür olarak hep var olacağız” diyor.

 

*Hakan İşcen, Yaratıcı Yazarlık Kursu, Everest Yayınları, 2007-İstanbul

 




KIRMIZI KÜPELER-BABİL KULESİ

 

                                 

 

            Orhan Kemal’in Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi adlı yapıtlarında yer alan öyküler geçmişten bugüne değin uzanan bir çizgi izler, izlek olarak. Uzam ağırlıklı olarak İstanbul ve çevresidir, yapıtta yer alan öykülerde.

           Çocuklardan,  Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesine, ezanın Türkçe okunmasına DP döneminden, emekçi yoksul insanlara; çeşitli kimliklere değin hiçbir zorlama olmadan kimileyin bir sosyolog, kimileyin bir ekonomist gibi öykü kalıpları içerisinde kalarak ustaca gözler önüne serer. 

 

             ÇOCUKLAR                                                                                    

Orhan Kemal, çocuk dünyasını iyi bildiği kadar öykü ve romanlarında çocuklara da genişçe yer veren yazarlarımızdan birisidir. Son yıllarda yeni yeni gündeme getirilen çocuklarla ilgili tehlikelerin çoğunu imlemiştir.

           “Kırmızı Küpeler” çocukları anlattığı, ruhlarının derinliklerinden seslendiği öyküler ağırlıktadır.     

            “İnci’nin Maceraları” adlı öyküsünde çocuğun ruhsal durumunu, anne sevgisini başarılı bir biçimde verir. Annesi ile babasını kıskanan İnci, annesiyle geceleri birlikte yatmak, ondan masallar dinlemek için değişik şeyler düşünür kendince.

       “...

         Babası geldikten sonra ayrı yatağa atılan İnci,  geceleri yorganın altında eski günleri, annesiyle koyun koyuna yattıkları günleri, annesinin onu öptüğü, sevdiği, masallar söylediği günleri düşünüp “… keşke ölsem de İnci’m diye ağlasa!” diye aklından geçirmişti.”  ( Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi, İnci’nin Maceraları, s.9)

         ‘Bir Dal Gibi,’Haysiyet Meselesi,’ ‘Kara Çalı,’ ‘Rüya’ ‘Atom,’ ‘Ayten’… çocukların anlatıldığı öykülerdir.

 

        

 

SİYASAL TARİHİMİZ

 

“Kırk Yaş” da İttihatçıdan, Kuvayi Milliye’den söz eder.

“Dedeler ve Torunlar” adlı öyküde, Babıali Baskını, Hareket Ordusu, Mahmut Şevket Paşa’nın katlinden, ‘Eski Toprak’ta’ Mustafa Kemal Atatürk’le aynı ortamda bulunmuş birinin tanıklığını öyküleştirmiştir.

“O yıllar çoook gerilerde kalmıştı artık. Hiç unutmaz, eski Meclis günlerinden bir gün, bilmem ne kanun müzakeresi sırasında öfkelenmiş, kürsüye fırlamış, muhaliflerine şimşekler, yıldırımlar saçarak konuşmuştu da. Büyük Ata koridorda koluna girmiş, “Çok sinirli ve çok heyecanlısınız,” demişti. “Sinir ve heyecanlarınıza hakim olun birazcık canım!” (Kırmızı Küpeler-Babil. Kulesi, s.260)

Yedibela’ da ise II. Dünya Savaşı yıllarında ekmeğin karneyle verildiğini

‘Dayı Şoför-Korsan Araba’ da Türkçe ezan, Yassıada, DP, Vatan Cephesi öykü okunduktan sonra kendini gösterecek sözcüklerdir. Öyküde DP iktidarı sonrasında söyleşi havasında (soru-yanıt) kurulmuş bir öyküyle geçen dönemle bir hesaplaşma yapılır. DP dönemi fırsatçılığını, yasa dışılığını irdeler, sorulara zamanında Vatan Cephesi Ocağı açmış bir “madrabazın” ağzından yanıt arayarak.

27 Mayıs’tan da ‘Bono’adını taşıyan öyküsünde söz eder.

“…O bu konuda şahlanmıştır, durmayacak, susmayacak, belki de hükümetle aşırı dindarlar arasındaki çatışmalardan söz açacak, 27 Mayıs devrimine benzeyişler bulacaktı” (Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi,s.34)

Anlatıcı-yazar-kahraman benzeşmesinin olduğu, siyasal tarihimizi ilgilendiren öykülerden birisi olan “Kırk yaş” öyküsünde yazar babasından söz eder.

“…Şu halimle babama benziyor muydum? Sanmam. Sanmam değil hiçbir bakımdan ona benzemediğime şüphe yoktu. O Sultan Aziz, Sultan Murat, Sultan Hamit, Sultan Reşat devirlerinin damgasını taşıyan yüz kiloluk, öfkeli bir ittihatçı, sonra da Kuvayi Milliyeci. Bense, Dünya Savaşı’nın süpürge tohumu ekmeğini yiyen kuşağından. İttihatçı da değilim. Dünyaya bakışımız, tabi görüşümüz de ayrı” Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi, s.14)

 

              İSTANBUL

 

             İstanbul uzam olarak Orhan Kemal’in öteki yapıtlarında olduğu gibi, Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi’nde toplanan öykülerinde de kendini iyice duyumsatır. Bu öykülerde İstanbul asıl kahraman gibi görünmese de öyküler toplamında öykülerdeki kişilerin ve nesnelerin gidişatını belirleyici olarak görülür. Kimileyin kahraman-anlatıcı ikilsinin ruhsal durumuna uygun bir kent görünümü seriverir yazar gözlerimizin önüne.

            İstanbul’un her bir yerini kişileştirir. Karşımızda herhangi bir semti ya da nesnesi yoktur; bizimle konuşan, çekişen, yerine gören çekişen semtler ya da nesneler vardır; bu kente ait olan.  Örneğin: “Bilek Saati” öyküsünde Haliç’in öfkesinin kırılması, rahatlaması, sakinleşmesini…

             “Vapur Kasımpaşa’da yolcu bırakıp yolcu aldıktan sonra, Fenere doğru ağır ağır yollandı… Öfkesi kırılmış güneşin altında Haliç püfür  püfürdü. Cibali, Sultanselim, Fener, Balat, daha uzaklar mavi bir duman içinde yükseliyorlardı” (Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi, s.166)

           “Ümit” öyküsünde tramvaylardaki kalabalıkların düşlerinden başlayarak Gülhane Parkı’na gelir Buradaki koyu gölgeri, boş tahta sıraları bir kişiliğe büründürür. Boş tahta sıraların uyukladığını, koyu gölgelerin yerlere  serildiğini yazar.

             “Günlerden bir gün, yüreğinde hep o kadın hasreti, Gülhane Parkı’ndan içeri girdi.Vakit öğleye yakındı. Büyük ağaçların koyu gölgeleri yerlere serilmişti, boş tahta sıralar uyumakta idiler” (Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi, s.338)

            Anlatıcı-yazar-kahraman benzeşmesinin olduğu “Yılbaşı 960-961” adını verdiği öyküsünde olumsuz bir başlangıçla birlikte kente ait olan yerlerin de bundan payını aldığını görüyoruz. Yazarın kullandığı sözcükler arasına hava şartlarının olumsuzluğunu üstte belirttiği öykünün sürerinde “sinirli” ve “telaşlı” sözcükleri girer.

            “Yılbaşı yaklaştıkça, Mısırçarşısı’yle Kapalıçarşı’nın kalabalıklaştığı gözümden kaçmıyordu.Hani o b aryam arefelerindeki telaşlı, sinirli kalabalık (..) Ama bu demek değildir ki, bütün bir İstanbul, milyonerinden işçisine kadar yılbaşını kutlamağa hazırlanıyor!” (Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi, s. 39)

 

 

SIRADAN İNSANLAR GEÇİDİ

 

İşportacı ‘Aydın Havası,’ oğlu tarafından dövülen ‘Yaşlı  Kadın’ın öyküsü, su taşıyıcısını ‘Saka’da, yoksul bir çocuğu; ‘Kahya’da, işsizliği; ‘Hırsız’da, yazar olma düşleri kuran yoksul bir adamı; ‘Minnacık Dev,’ ‘Babil Kulesi,’ ‘Santimci,’ ‘İyi İnsanlar,’ ‘Dayak’….

Orhan Kemal’in öteki yapıtlarında olduğu gibi, Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi adlı yapıtlarındaki öykülerde de en olumsuz insanın kesinlikle olumlu/güzel bir yönü olduğu ortaya konuluyor. O, insandaki güzelliği arayan, bulan ve umudun insanda olduğunu, insana kızmamak gerektiğini bıkmadan yazmış, savunmuş bir yazar.

 

*Kırmızı Küpeler-Babil Kulesi (öykü), Orhan Kemal, 4. Baskı Everest Yayınları, İstanbul-2007

 

 



 BOŞLUĞA GÜLÜMSEMEK
  02 Eylül 2008

 

 

Boşluğa Gülümsemek Onat Bahadır’ın ilk yapıtı. Everest Yayınları arasında çıkan kitapta on iki öykü yer alıyor. Korku Dükkanı ve Hotel Janus adlı iki uzun öykü bulunmaktadır. Ötekileri kısa öykülerdir.

İÇ DÜNYA

Onat Bahadır’ın öyküleri teknik olarak ötekilerden farklı da olsa Hotel Janus’da da içe yönelik, iç dünyayı açıklamaya yönelik öykülerdir.

İç dünyaya sayesinde kahramanın ruhsal durumunu ele veren öykülerde fiziksel yapıya doğru bir yönelim de göze çarpmaktadır. Fiziksel yapıdan içeriye girişi daha da kolaylaştırmıştır, yazar.

Bugünden hareketle geriye (geçmiş) gidiş ve sonra da ileriye (geleceğe) doğru gidiş sürecinde yaşananların anlatıldığı öykülerden oluşmaktadır genellikle, Boşluğa Gülümsemek adlı yapıtta.

ANLATICI-KAHRAMAN

Öykülerin hemen hepsinde anlatıcı birinci tekil kişidir. Anlatıcı ve kahraman aynı kişidir. Bu açıdan anlatıcı kahraman benzeşmesi vardır.

“Her şey bıraktığım gibiydi. Üstümdekileri çıkarıp yatağa uzandım. Dışarının soğuk olmasına karşın oda sıcaktı. Öyle ki üstüme bir şey almam gerekmeden bütün gece uyuyabilirdim.” (s.135)

Öykülerde sarmal biçimindedir duyular, üzüntü ve sevinç, karamsarlıkla iyimserlik. Yazarın dikkat çeken yönü metinde en karamsar durumlarda sonlanan paragrafı, iyimserlikle başlayan yeni bir tümcenin izlemesidir. Korku Dükkanı adlı öyküde olduğu gibi. Öyküde IV. bölüm karamsarlıkla biter. V. bölüm umutla, iyimserlikle başlıyor.

“…

Gözlerimi açtığımda pencereden giren güneş ışığını gördüm. Sanırım öğle olmuştu.“ (s.93)

Burada, Onat Bahadır’ın “güneş”i bir zaman belirteci olarak kullandığı düşünülebilir. Ancak yazarın öykülerinde zaman zaman başvurduğu imgelerden biridir aynı zamanda, bana göre.

GELENEKSEL-MODERN-MİTOLOJİ

Yazar geleneksel ve modern anlatım tekniklerinin yanında mitolojiden de yararlanmıştır. Mesnevi türünü belirgin biçimde öykülerini çatmada kullanmıştır. Yaşanılanlardan ders çıkarma yönüne gitmiştir, yazar okura bilgiçlik taslamadan paylaşmanın yollarını kapalı tutmadan, yararlandığı geleneksel teknik sayesinde. Siyah Defter adlı öyküsünde okura sunduğu konulardan birisi “ihtiyaç” ve “amaç”tır. Kahramanın defterini yazıp bitirmek için bir kıza aşık olma ihtiyacı duyar.

Kahramanlarından birisi “Ra” dır. Bir güneş tanrısı olan Ra’yı günümüze taşır Onat Bahadır’ın kitaba adını veren Boşluğa Gülümsemek öyküsünde.

“Ra’ya gelince; ondan bana kalan şu an karşımdaki masada duran şapka oldu, o büyük şapkası. Depremde ölmüştü Ra. Aklıma gelip de evine doğru koştuğumda onu yıkıntıların altından çıkarmışlar, o gece yürüdüğü sokağa yatırıyorlardı.” (s.s. 25-26)

Hem yeniyi hem eskiyi bağrında barındıran, hem de mitoloji kahramanlarının öykülerinin saçını okşadığı Onat Bahadır’ın Boşluğa Bakmak adlı ilk öykü kitabı iyimserlikle kötümserliği barındırmakla birlikte okura iyimserliği sunuyor, ilk bakışta tersi gibi görünse de. Öykü dünyamıza yeni ve iyi bir yapıt giriş yapmıştır. Meraklılarına duyurulur.

Onat Bahadır, Boşluğa Gülümsemek, Everest Yayınları, I. Basım:Temmuz 2008-İstanbul

http//yazarmustafaaslang.tr.gg

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol